22 Temmuz 2008

DEV INCELEME: Half-Life ve Ailesi

yazarımız berk bey bir haftada 48 saat half-life oynadı*... ve öldü.**
*ciddiyiz
**ama hala yaşıyor

öncelikle oyunların hiçbirisini daha önce sonuna kadar oynamamıştım, belirteyim. steam sağolsun hepsini toplayıp başladım oynamaya. bosslarda gamefaqs'a başvurdum, zaman kaybetmek istemedim. zaten yeterince yavaşım.


Half-Life, benim koyduğum isimle; süper mario etkisi yaratan oyunlardan. Mesela süper maryoya bakınız... bıyıklı bir muslukçu çeşitli hayvanat ve zerzevatın üstüne zıplıyor, kafasını tavana vuruyor. ama dünyanın en ünlü oyunlarından. Bunu oynanış mekaniğine ve seslerine bağlıyorum. Half-life'a bağlamamız gereken yere geldik. MIT mezunu , gözlüklü ve elinde levye olan birini sayısız koridor boyunca yürütüp uzaylı ve asker kesmeyi kim ister ki? Half-Life gelmiş geçmiş en iyi fps'lerden biri olarak anılıyor!

Bir tabancadan hep aynı ses mi çıkar? Hayatta kaç uzaylı yaratığın bağrışlarını ezberleyebilirsiniz? Her tahta sandığı kırma dürtüsüne siz de mi sahipsiniz? O zaman post half-life etkisi yaşıyorsunuz. Oyun çöldeki askeri üsten bozma bilim merkesi olan Black Mesa'da geçtiğinden dolayı, yüzde doksanını koridor, lağım ve havalandırma gibi genişliği 5 metreyi geçmeyen yerlerde geçiriyoruz. Sıkıcı gibi gelse de maryo etkisi sayesinde kendimizi güvenli hissediyoruz bu alanlarda. Çünkü açık mekanlara genelde komandolar ev sahipliği yaptığından saldırılar 360 derece açıyla geliyor, içerdeyseniz düşman ya önünüzde, ya arkanızda.

İlk başlarda hayatta kalmaya çalışan Gordon Freeman bir süre sonra uzaylı katili, soykıran, afgan teröriz gibi sıfatlar almaya başlıyor. Ve askerlerin duvara yazdıkları tehditkar sözler efsane. Bir bilim adamı 6 kişilik askeri timin eline nasıl verebilir sorusuna cevap haz-mat suit olamaz heralde. Black-Op suikastçılarını bile dövüyor Gordon, yetmiyor, uzaya çıkıp Nihilant'ı dövüyor.

Garibime gelen şeylerden biri de oyunda kadın olmaması. Black Op suikastçıları saymazsak, onların da vücutları tamamen kamufle. Gordon belki de bu yüzden duvarları levyeliyor. Ayrıca seride en uzun ya da kendini uzun hissettiren oyun olarak kendisini seçiyorum. Çıktığından on sene sonra oynamama rağmen, biraz kübik olsa da, zorluk çekmedim.



Hatırlamak isteyenlere amme hizmetimiz!



Opposing Force'da olaylara asker perspektifinden bakıp hazard suitim yok diye hayıflanırken şarjlı armorumuu bulmak zaman almıyor. Oyunun başında sahip olduğumuz desert eagle, ingiliz anahtarı ve bıçak gibi şukela silahlar sonsuz mermisi olsa oyunu bitirmeye bile yeterken asıl ateş gücü ağır makineliyle ortaya çıkıyor. Yani asker olduğumuzu vietnam filmleri soslu harika bottcamp training'inden tut da silahlarımıza, gece görüşümüze kadar hissediyoruz. Abartıp iplere tırmanıyoruz. Yaratıklar da boş durmuyor, yeni türlerle sıcak temasa giriyoruz ama ateş gücümüze doğru orantılı olarak onlar da güçlenmiş. Meyve yiyip organik bombalar kusan balık gibi abese iştigal uzaylı silahlarıyla donanıyoruz. Uzaylılarda silah sektörü yok, onu anladım. Yakaladığı yaratığın kıçına elini sokup silah haline getiriyor. Oyunu her açıdan geliştiren, eğlenceli bir ek paket. Yalnız! Yapay zeka yerlerde. Hadi orjinalinde güvenlik görevlileri zombi vuracağım diye çükko silahlarıyla bizi popomuzdan popomuzdan vuruyordu ama acımıyordu ya. Yanınıza aldığınız askerler bunu pompalı tüfekle, ağır makinelilerle yapıyor.



Blue Shift. Mavi gömlekleri, dandirik pistolleri ile kapı açmak üzerine ihtisas yapmış bu abiler, nedense bana yurdum hademelerini hatırlattı. Profesör gelmiş diyor ki "lan olm mailerime ulaşamıyorum, ofisimin kapısı açılmıyor, hemen rapor vermem lazım, imdak!". Güvenlikçi abimiz sakin, zaman verin hallederiz tribi çekiyor. Bu adamların da mı şarjlı zırhı var derken oyun radikal bir değişiklik yapıyor; güvenlik gücü zırhını şarj edemiyor! Yenisi buldun, giydin. Yoksa takıl öyle. Ama nice armorlarla aynı güçte bir korumaya sahipler orası ayrı. Oyun da gerileme var denilebilir sanırım. Sırf Barney ve bir takım bilim adamı nasıl kurtuldu, onu anlatıyor ve olaylara farklı bakış açısı sağlıyor. Yoksa boss bile yok. Bir de Barney o cıbıl haliyle Xen'e çıktı ya artık ben bile çıkarım. Verin bir levye çıkarım ulan.


Half-Life 2'de ilk yaşadığımız hisler, oyunun başlangıcına çok uygun olan, "ne oluyor" ve "ben nerdeyim". Yapımcıların distopik bilim kurgu romanlarından sıksık yararlandıklarını her an daha iyi anlıyorsunuz. Striderlar ile olan savaşlar. Oyuna eklenen abla karakter Alyx sayesinde yalnız kaldığımız anlar sıkıcı hale gelmeye başlıyor. Konunun ilerlemesi ve açılması, direnişçi güçler ve hala crossbow kullanabilmemiz verdiğim kişisel artılara giriyor. Gravity Gun ve o zamanlar için devrim niteliğindeki fizik motoru bulmacaları günümüzde zaman kaybı gibi geliyor. Özellikle oyuna yeni başlamışken hovercraft yarışı, ardından zombili korku filmi, ertesinde destruction derby tadındaki arabalı bölümleriyle half-life oynamakta olduğumdan şüphe ettim. İlginç yanı da bu aslında, oyun monotonlaşmıyor. Durmadan bir yenilik önünüze koyuyor. 27423 zombi kestikten sonra hiç bir şey olamamışçasına yapılan iç ısıtıcı npc muhabbetleri bende ters etki yaratarak korkmama sebep oldu. Alyx ve Gordon gözümde piskopatlar. Barney çok konuşuyor. Gordon'un Citadel Gravity Gun Frenzy halleri hatırlamaya değer. Steam istatistiklerine göre half-life'a 9 saat harcarken ikinci oyuna 16 saat vermişim. Sanırım tuvalete giderken pause'da bırakmamalıyım.


insertjeton olarak masraftan kaçınmadık.


Episode 1'in "geldiğimiz yoldan geri dönelim sevgilim" tarzındaki açılışı beni üzdü. Ayrıca oyuna da pek bir katkısı yoktu. Cliff-hanger sonu zamanında milleti heyecanlandırmasına rağmen ben iki episode arasına 1 saatlik yemek molası koyduğum için etkilenmedim. DOG'un ikilimizi arabaya koyup fırlatması gibi süper dangoz bir hareketi görmezden gelemem. Seriyi devam ettiren zorlama, tatsız bir bölüm. Ama Alyx nasıl sarıldı Gordon'a?


Episode 2... Konuyu ilerletmesi, yeni düşmanlar, süper araba, achievementlar ile bende opposing force etkisi yarattı ve orjinalinden daha çok sevdim. Eli Vance'ın bize kızını bafileme izni vermesi, yarım saat sonra başına gelecekler, striderlarla tek kale maç... Daha zor bulmacalar, combine pusuları, oyun çok eğlenceli! Portal'dan hatırlayacağımız Aperture Science bağlantıları ve merak içince bırakan son, episode'ları tamamlayacak üçüncü eklentiyi merakla beklemeye yol açıyor.

Bunları yazmamın da iki saat aldığını var sayarsak 50 saatlik no-life half-life görevimi tamamlıyor ve huzurunuzdan çekiliyorum. Bunların yanında konuyla ufaktan ilintili Portal, half-life 1'in ps2 versiyonundaki decay modu, devamlılık sürecinde sayılmayan teknoloji demomsusu lost coast ve yukarıda imalı hatırlattığımız oyunların deathmatchleri oynanabilir.

4 yorum:

  1. Ah bi de Portal'ı oynasaymışsın. Gravity Gun ile harikalar yaratan bir oyun yapmışlar. Tek kelimeyle mükemmel. Kendine özgü, rakipsiz, fps puzzle bu kadar olur. Yazmassan ben yazarım diycem ama oynayalı 1 sene falan oldu cok hatırlamıorum, sen bu gazla onu da oynarsın, hadi Berkcim, hadi Gordon'um.

    YanıtlaSil
  2. Team Fortress 2 var bi de. Onu bir kere oynama fırsatım oldu unofficial serverda ama bi oyun bu kadar mı bagımlılık yapar? Oyunu oynadığımdan sonraki 2 gün boyunca sürekli aklımdaydı ve bir daha oynayamadım. Hatta dur ben bi video ekleyim TF2 ile ilgili.

    YanıtlaSil
  3. ikisini de oynadım :D portalı bitirmedim ama.

    YanıtlaSil
  4. berk portalı ben anlatıyorum. çünkü portalı dünyada en çok seven insan benim. (gerçi buda önyardılardan övgülere koşacağım anlamına geliyor ama olsuneah)

    YanıtlaSil